ISPARTA tarihi_____________________________________________Mustafa Koç

  
Osmanlı Devleti Dönemi

Osmanlılar devrinde Isparta 30 mahalle idi - Türk ve Rum nüfusu ne kadardı - Uluborlu Kaymakamı kahveci çırağıydı - Bucak müdürü bir arabacı idi - Isparta yöneticisinin okuması var yazması yoktu - Doktorluk, eczacılık, sağlık işleri Rum ve Ermenilerin tekelinde idi.

OSMANLI İMPARATORLUĞU DEVRİNDE ISPARTA

1299'dan 1920'ye değin 621 yıl gibi pek uzun bîr süre egemenliğini sürdürmüş bulunan Osmanlı İmparatorluğu'nun Isparta Tarihinde pek büyük önemli bir yeri bulunmaktadır. Bu önem özellikle : yönetim, ordu, din, toprak, halk, hukuk, siyaset, maliye, sosyal kurumlar, resim, eğitim - öğretim, bilim - sanat, edebiyat, güzel sanatlar, mimarlık, el sanatları, müzik, minyatür gibi, alanlardaki etkinliğinden ileri gelmektedir. 

ISPARTA, OSMANLILAR DEVRİNDE (30) MAHALLE İDİ !. 

Isparta (1591) yılında (30) mahalle idi. Bu mahalleler şu adları taşıyorlardı . 
1- Dere Mahallesi
2-Yenice Mahallesi 
3- Doğanciyan Mahallesi. 1688 yılında Doğancı Mahallesi oldu. 
4- Keçeci Mahallesi 
5- Voyvoda Zade Mahallesi 1688 Yaylazade 1944'de Yayla Mah. oldu. 
6- Hacıelfi Mahallesi 1935'te Poyraz; 1944'te de Pirimehmet Mah. oldu. 
7- Şeyh Mahallesi 1935'te Sinan; 1944te de Kutlubey Mah. oldu. 
8- Camiikebir Mh. 1688'de Camiatik; 1935'te Pazar; 1944 Kutlubey Mah.
 9-- Çelebiler Mahallesi. 
10- Tabakhane Mahal. 1935'te Tabaklar; 1944'te de Kurtuluş Mah. 
11- İğneci. Bu mahalle Kurtuluş mah. içine katıldı (1944). 
12- Sülübey Mahal. 1688'de Hamam; 1785'te Sülübey'e çevrildi. 
13- Elhac İvaz mah. 1688'de Hacıayvaz, 1935'te Gülcü Mah. oldu. 
14- Hergeleyeri Mah. 1688'de Hisar Efendi; 1944'te Hisar Mah. oldu. 
15- İlisucu Mah. 1688'de Kuyu; 1935'te de Hisar mah. katıldı. 16- Germeyan Mah. 1944 yılında adı değişti İskender Mah. oldu. 
17- İskender Mah. 
18- Hacıevran Mah. 1688'de Evran : 1935'te Gazikemal Mah. oldu. 
19- Hocazade Mah. 1882 yılında Bey; 1935'te Orta, 1944'te Kepeci. 
20- Sepetçi (çeribaşı) Mah. 1688 Çörçöp; 1785 Feyzullah; Çay; Sermet. 
21- Karaağaç Mah. 
22- Hızırabdal Mh. 1688 Tekke; 1935'te Teke; 1944'te Hızırbey Mah. oldu. 
23- Mahmutçavuş Mah. 1785 Cedit; 1935 Yeni, Hızırbey Mah. katıldı. 
24- Saray Mah 1640 yılından sonra adına hiç rastlanamadı. 25- Arslanpapaz Mah. 1640'tan sonra kaydına rastlanamadı. 26- Bahşiş Mah. 1640'tan sonra kaydına rastlanamadı. 
27- Emre Mah. 
28- Kemerkapı Mah. 1944'ten sonra Turan Mah. oldu. 
29- Çavuş Mah. 1944'ten sonra Turan Mah. oldu. 
30- Hocatemel Mah. 1944'ten sonra İstiklâl Mah. oldu. 

ISPARTA'NIN KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN DEVRİNDE, (16) İLÇESİ (7) DE BUCAĞI VARDI !. 

Kanunî Sultan Süleyman Devrine rastlayan 1545 yılında, Hamit Sancağı adını taşıyan Isparta'nın 16 ilçesi; 7 de bucağı vardı; bu ilçe ve bucaklar şunlardı: 
İLÇELER 
1- Ağlasun 
2- Ağras 
3- Eğridur 
4- Gönen 
5- İrvalo (incir) 
6- Karaağaç 
7- Uluborlu 
8- Yalvaç 
9- Burdur 
10- Donuzlu (Denizli) 
11- Gölhisar 
12- Karaağaç 
13- Karaağaç Gölhisarı 
14- Kefenni (Tefenni) 
15- Kemer 
16- Yaviçe 
BUCAKLAR 
1- Anamas 
2- Baradız 
3- İrle 
4- Keçiborlu 
5- Kestel 
6- Kübyat 
7- Siroz 

199 KÖYÜ OLAN ISPARTA'DA (192) BİN NÜFUS YAŞAMAKTA İDİ.. 

On altı ilçesi, yedi bucağı bulunan Isparta'nın 199 köyü vardı; tüm nüfus toplamı şöyle idi. 
174 bin 377 Kişi .................. TÜRK 
17 bin 000 Kişi .................... RUM 
600 Kişi .............................. ERMENİ (Gregoryen) 
3 Kişi ................................. ERMENİ (Protestan) 
20 Kişi ............................... YAHUDİ olmak üzere, toplam 192.000 kişi idi. 

ISPARTA İLİ SINIRLARI İÇİNDE (30) İLKOKUL, BİR DE, ORTA DERECELİ OKUL BULUNUYORDU !. 

Osmanlı İmparatorluğu'nun sonlarına yakın bir zamana dek 30 mahallesi; 16 İlçesi; 7 bucağı ve 199 köyü bulunan, Hamit Sancağı adındaki Isparta'nın hepsini içine alan sınırlarının içindeki durum şu idi. : 
TÜRK İLK VE ORTA OKULLARI 
Türk İlkokulu sayısı ........................................30 
Türk orta dereceli okulu sayısı. ........................1 
Bu okullardaki öğrenci sayısı ...........................800 
RUM - ERMENİ İLK VE ORTA OKULLARI 
Rum İlkokulu sayısı ........................................4 
Rum orta dereceli (kız) okul sayısı....................1 
Rum orta dereceli (Erk.) okul sayısı ..................1 
Ermeni ilkokulu sayısı .....................................1 
Bu okullardaki öğrenci sayısı ...........................598 

ISPARTA'NIN KENT İÇİ NÜFUSU 
Türk ............................................................. 13.000 
Rum ............................................................. 7.000 TOPLAM ....................................................... 20.000 

MERKEZ - İLÇE - BUCAK VE KÖYLERDE BULUNAN ÖTEKİ YAPILAR 

Cami 37, Medrese 28, Tekke 6, Kitaplık 1, Çeşme 374, Hamam 6, Han 7.

OSMANLI İMPARATORLUĞU, DÜNYANIN EN BÜYÜK DEVLETLERİNDEN BİRİ İDİ; ÇOK SAĞLAM BİR YAPISI VARDI !. 

Osmanlı İmparatorluğu Asya, Avrupa, Afrika kıtaları üzerinde, sınırları geniş, pek çok ulusu içine almış, dünyanın en büyük imparatorluklarından biri idi. Düzenli, güvenilir, adaletli, sağlam.. bir yapısı vardı. 

BAZI İÇ VE DIŞ NEDENLERLE YOZLAŞTIRILDI; YIKINTIYA, ÇÖKÜNTÜYE DOĞRU GİTMEYE BAŞLADI !. 

Yükselme Devrinde, yaşamının "zirvesinde" bulunan imparatorluk, bazı iç ve dış nedenlerle (1774)'ten, Atatürk yönetimi eline alıncaya dek geçen (148) yıllık zaman içinde, iyiden iyiye yozlaştırıldı; etkinliğini kaybetti; hızla bir yıkıntıya ve çöküntüye doğru gitmeye başladı. Bu günleri Isparta'da görmüş ve içinde yaşamış bulunan, sağlam bir kafa yapısına sahip, Atatürkçü Süleyman Sami Bey (Böcüzade), yazdığı anılarında şöyle anlatmaktadır. "1846'dan sonra Hıristiyanlara iyiden iyiye bir ayrıcalık tanınmaya başlandı. Askere alınmadıklarından, ticarete başladılar. Bizim tarım ürünlerimizi dış ülkelere satıyor; onlarınkini de bize getiriyorlardı. Kısa süre içinde büyük paralar kazandılar; çok zengin oldular. Bizim hacı hoca takımı Müslüman halka "Haşhaş sütü uyuşturucudur, alınıp satılması günâhtır. Ticaretle uğraşmak gâvur işidir. Dinî kitapların dışında bulunan kitapları okumak kâfirliktir..." derken, Hıristiyan Papazları dindaşlarına : DÜNYASI İYİ OLMAYANIN AHRETİ DE İYİ OLMAZ Diyorlar, Hıristiyanları ticarete özendiriyorlardı. Şehir, yabancı maldan geçilmez oldu. Çarşıda, pazarda, mahalle aralarında ve evlerde.. ucuz ucuz dıştan getirilen mallar, satılmaya başlandı. Bir de halk arasında : AVRUPALILARIN MALI SAĞLAM, DAYANIKLI, UCUZDUR; YERLİ MALLARI İSE KALİTESİZ VE PAHALIDIR !. Havası yarattılar. Bundan sonra da tüm kötülükler art arda gelmeye başladı.. Yerli zanaatçılar ürettikleri hiç bir malı satamaz oldu. Dükkânlarını kapatmak zorunda kaldılar. Şehirde bir işsizlik başladı. Halk miskinleşti. Kurtuluş yolunu "Tekkelerde" buldular. Tekke sayısı arttı. Tekkelere gidenler çoğaldı. Mezarlıkların yanlarında falcı, tâbirci, kayıptan haber verici.. barakaları görülmeye başlandı. Şunlar kıyamet gününün yakın olduğunu, pek yakında kıyametin kopacağını, dünyanın da tuzla buz olacağını söylediler. Yaşama umudunu yitirmiş, evine ekmek götüremez olmuş, canından bezmiş olan halk, sabırla kıyamet gününü beklemeye başladı... 

ULUBORLU KAYMAKAMI'NIN KAHVECİ ÇIRAĞI, OLDUĞUNU ÖĞRENDİM !. 

1878 yılında İl Yönetim kurulunda başyazman (baş kâtip) idim. Yönetim görevlisi (mutasarrıfı) Paşaya, Uluborlu Kaymakamı olduğunu söyleyen birisi, zarf verdi. Paşa zarfı açtı, okudu. Zarfın içindeki kâğıtta kaymakamın önceki görev yerindeki bir tüccara 400 altın borcu olduğu ; bu borcun hemen o tüccara gönderilerek, sonraki aylarda, kaymakamın alacağı maaşlardan, taksit taksit kesilmesi yazılıyormuş. Paşa : - Bu borca niçin girdin? Diye sordu. Yeni Uluborlu kaymakamı : - Aylarca maaş alamadım, gereksinmem vardı, başka bir yerden gelirim de yok, borçlanmak zorunda kaldım.. Karşılığını verdi. Dilekçesi işleme kondu. Kaymakam da görevine başlamak için çıktı, gitti.. Paşa, bir gün sonra aldığı mektuptan, kaymakamın borçlanma nedenini öğrenmiş, şöyle imiş: Borçlandığı adam tüccarmış. İstanbul'a gidip mal alacakmış. Kaymakam bunu duymuş, tüccarı çağırtmış : - İstanbul'a mal almaya gideceğini duydum, doğru mu? Demiş. Tüccar da ; - Doğru .efendim, karşılığını vermiş. Kaymakam : - Biliyorsun ortalık iyi değil. Yol, sokak hırsız, hain, eşkıya ve soyguncularla dolu. Paranı soydurur, zarara uğrarsın. Yanında para götürme, paranı bana ver. Ben sana bir mektup vereyim, Aziziye karakoluna var, mektubu kumandanına ver. Kumandan bana verdiğin kadar sana para verir. Olur mu? - Olur, sağ olun kaymakam bey !. Tüccar, İstanbul'a götüreceği parayı bu söz üzerine kaymakama vermiş Yazdığı mektubu da almış, İstanbul'a gitmiş.. İstanbul'a vardıktan sonra aramış, taramış ne öyle bir karakol var, nede öyle bir kumandan. Kaymakamın kendini dolandırdığını o zaman anlamış. Hemen şikâyette bulunmuş. Sormuş, soruşturmuşlar, tüccarı haklı bulmuşlar. Kaymakamın da işine son vermek istemişler. Ama, bir de düşünmüşler ki, son verince tüccarın borcunu nerden para bulup ödeyecek? Bu borcunu ödeyene dek yine kaymakamlık yapmasına karar vermişler. Adamı da Uluborlu'ya tekrar, yeniden kaymakam olarak göndermişler.. Bu Uluborlu kaymakamının küçük yaşta Harput'tan İstanbul'a geldiğini, çeşitli işlere girip çıktıktan sonra, padişah sarayında görevlilerden birinin kahvecisinin çırağı olduğunu öğrendik. Isparta yöneticisi Paşa "Böyle bir adamın kaymakamlık yapması doğru değildir" diye yukarıya yazdı. Bu işle uğraşması yüzünden "sürgün" edildi; kaymakamın da Uluborlu'da bir kaç kişiyi daha dolandırdığını duyduk. 

BUCAK MÜDÜRÜ, BİR ARABACI İDİ !. 

1881 yılında Isparta'nın Pavlu Bucağı'na (Şimdiki Sütçüler ilçesi) bir Müdür atandı. Eli ermez, gücü yetmezin biriydi. İbiş adındaki bu kişinin İstanbul'da arabacılık yapmakta olduğunu öğrendik. Padişah sarayında görevli birinin ayakkabılarını yamayan bir yakını varmış, onun aracılığıyla torpil yapmış kendini Müdür olarak atamışlar. 

ISPARTA YÖNETİCİSİ ALİM PAŞANIN, OKUMASI VAR, YAZMASI YOKTU !.

 1879'da en büyük yönetim görevlisi (mutasarrıf) olarak Isparta'ya atanan Alim Paşa keyif ehli, içkiye, saza söze.. düşkün bir kişi idi. Devrin pek çok yöneticisi gibi, okuması var, yazması yoktu. Alim Paşa zamanında Isparta'da iki gurup oluştu. Paşanın oğluna uyanlar her gece saz, kadın, içki.. eğlenceleri yapıyorlardı. Bir de hacı, hoca, hafız, takımı vardı ki, onlar da mevlitlere, düğünlere, derneklere taşınıyorlardı. 1879 martında bir darlık başladı. Tüccar, esnaf, zanaatçılar.. hep battı, işlerini kaybettiler. Memurlar da geçim sıkıntısına düştüler. En büyük memur 300 ile 400 kuruş maaş alırken, bir top bez 800 kuruşa çıktı. Alim Paşa, iki yıl kadar, yönetici olarak Isparta'da bulundu. Bu süre içinde Isparta'da hiç bir şey yapılmadı. Sadece Atabey'in bucaklığı kaldırıldı; Isparta'ya bağlandı. Bucaklık örgütü de Senirkent'e taşındı. Senirkent, Isparta'ya bağlı bir bucak oldu. Isparta'ya, Alim Paşadan sonra, en büyük yönetim görevlisi olarak (mutasarrıf) aslen Ermeni olan Cevdet Bey geldi. 

YENİ BİR KAÇ, İKİ ÜÇ SINIFLI OKULUN AÇILMASINA; HACI HOCA TAKIMI VE BAZI CAHİL HALK ENGEL OLDU !. 

1869 yılında, Isparta'da açtırmayı başardığımız bir kaç ikişer üçer sınıflı okulun gideri için, Milli Eğitimden ödenek almak mümkün olmadı. Belediyenin halktan bağış toplayarak bu giderleri karşılamasına karar; alındı. Yeni açılan bu okulları, kendilerine "rakip" sayan hacı, hoca takımı ile bazı cahil halk karşı çıktılar. Tepki gösterdiler. Biz de direndik; bizi buyruklara uymamakla suçladılar ve cezalandırdılar. 

MÜDÜR, KAYMAKAM, YÖNETİCİ OLAN PAŞALARI İŞLEDİKLERİ SUÇLARDAN YARGIÇ ÖNÜNE ÇIKARMA OLANAĞI YOKTU !. 

O günlerde, bir Müdürü; Kaymakamı; ilin en büyük yöneticisi bulunan Paşaları işledikleri her hangi bir suçtan yargıç önüne çıkarmak, kendilerinden davacı olmak.. olanağı yoktu. Bu görevlerde bulunanlardan davacı olabilmek için, özel olarak padişahtan izin almak gerekti. Hele bir suç işlemiş Valiye hiç bir şey yapılamazdı. En küçük bir şeyde, bir gerekli neden yokken "Sıkı Yönetim" duyurusu (ilânı) yapar; yasaları işlemez hale getirir, bildikleri gibi at oynatırlardı. Müdürlük, kaymakamlık, yöneticilik.. yapanlar çoğunluk padişah sarayının fenercisi, aşçısı, kahvecisi.. gibi adamlardı, okuma yazma bile bilmiyorlardı. Isparta'nın ilk yöneticisi saray kâhyası idi Uluborlu Kaymakamlığını yapanın da Rumeli Ordusunun Defterdarı'nın kasabı olduğunu öğrendim. Bu kasap Defterdar ailesini sağ salim İstanbul'a getirmiş, bunun ödülü olarak da kasaba Uluborlu kaymakamlığı verilmişti. Yargılama görevi verilen, evlenme, boşanma, nafaka, miras.. davalarına bakan (kadılar) ve vekiller (naipler) de aynı durumda idiler. Şarkikaraağaç ilçesininkinin bir hademe olduğunu, 60 yaşından sonra böyle bir görev verildiğini kendisinden öğrendim. İzmit'te Jandarma çavuşu olan birinin, İzmit'in yöneticisine iyi hizmet ettiği için ilin Vakıflar Müdürlüğüne atandığını gözlerimle gördüm. Benden sonra Isparta Milletvekili olan Mustafa Bey'i (Mustafa Hakkı Ağlarcı) ortaokulu (rüştiyeyi) bitirdiği zaman, yanıma evrak memuru olarak almak istemiştim. Kurul üyelerinden birinin cahil, hiç okuma yazması bulunmayan bir yakını o göreve getirildi, ortaokul çıkışlı Mustafa Bey'e o görev verilemedi. Bir yabancı okullar Müfettişine; - Avrupa gazeteleri neler yazıyorlar? Diye sordum. - Ben, hiç yabancı dil bilmem! Karşılığını verdi. 

EMEKLİ, MEMUR, HİZMETLİLERE YILDA BİR İKİ KEZ, YA AYLIK VERİLİR; YA HİÇ VERİLMEZDİ !. 

Devletten aylık alma işi bir dertti. Emekli, memur, hizmetlilere yılda iki üç kez ya aylıkları verilir, ya da hiç verilmezdi. Halktan vergi olarak toplanan paralar İstanbul'a gittiği için, kasada görevlilerin aylıklarını verecek para bulunmazdı. Bu nedenle, yılda alacağı aylığı yarı yarıya kırdıranlar, borçla tüccarlardan mal alıp, düşük olarak sattıktan sonra gereksinmesini sağlayanlar olurdu. Çeşitli savaşlara girmiş çıkmış, seksen yaşındaki bir emeklinin yıllık maaşını kırdırarak 60 kuruşa bir top giysilik alaca denen dokumadan aldığını, bunu da 30 kuruşa satarak başka gereksinmesini gidermeye çalıştığını gözlerimle gördüm, içim sızladı.. Halk bu durumda iken, vergi paralarının konduğu mal sandıklarının kırılarak, nüfuzlu kişiler arasında paylaşıldığı sık sık görülürdü. 

ASKERLİK İŞİ DE YÜREKLER AÇISI İDİ; YEMEN'E GİDEN YÜZ KİŞİDEN ÜÇÜ BEŞİ, YA GERİ DÖNER, YA HİÇ DÖNEN OLMAZDI !. 

Askerlik işi de yürekler acısı idi. Parası olanlar "bedel" vererek hiç askere gitmezler; parası olmayanlar ise istenen yere gönderilir, oralarda asker olurlardı. Yemen'e gidenlerin çoğu oralarda ölür kalır, geri dönen pek az olurdu. RUM VE ERMENİLERE HİÇ ASKERLİK YAPTIRILMAZDI !. Nüfusun azalmasının bir nedeni de askerlikti. Türkler savaştan savaşa koşar, ölür yaralanır, kaybolurken, Rum ve Ermeniler çoğalırlardı. Nitekim bir kaç yüz yıl önce Isparta'ya gelen (377) Rum ailesi, kısa bir süre sonra (1000) aile olmuş; II Mahmut zamanında (1808 - 1839) gelen 18 kişilik Ermenilerin sayıları da (500)'ü bulmuştur. 

DOKTORLUK, ECZACILIK GİBİ SAĞLIK İŞLERİ; RUM VE ERMENİLERİN TEKELİNDE BULUNUYORDU !. 

Doktorluk, eczacılık.. gibi sağlık işleri, tümden Rum ve Ermenilerin tekelinde bulunuyordu. 1869'da belediye hekimliği oluşturuldu. Aradan 24 yıl gibi pek uzun bir süre geçtiği halde, bu kuruluşa bir Türk hekim bulunamadı. 1893 yılında bin bir güçlükle bulup getirdiğimiz Türk hekime Rum ve Ermeniler: - Bu adam hekim değil - Hiç bir okulu bitirmemiş gibi iftiralar atmaya başladılar. O vakte dek Türk hastalarına da "Yarasmos" adında, eczacı bir Rum bakardı. 1896'ya kadar, çiçek aşısı, çiçekli hastalardan alınarak, yapılırdı. Hele köylerde ise sağlık işleri çok kötü bir durumda idi. Köylünün hasta olanları hocalara okutmaktan gayri hiç bir olanakları yoktu. Koca karı ilâcı denen ilkel yöntemlerle önlemeye çalışırlardı. 1902 yılında sıtma hastalığından Atabey İlçesine bağlı, Isparta'nın yakınındaki Kuleönü Köyünden (114) kişi ödü. Kinin sağlandı; belediye doktoru İmadettin Bey köye gitti, önlem aldı. Ertesi yıl o köyden sıtmadan ölenlerin sayısı birden (9)'a düştü. 

AŞAR VERGİSİ, HALKIN BAŞ DERDİ İDİ !. ÜRETİLENDEN DAHA ÇOK VERGİ İSTENİYORDU !. 

Harmanlardan sonra, toprak ürünlerinden alınan onda bir oranındaki vergi, ondalık, öşür (aşar); halkın başının derdi idi. Devlete ait bir geliri, götürü olarak üstüne alıp toplayanlar (mültezimler) çoğunluk Rum, Ermeni, Çerkez, Arnavut Jandarmalar, köylülere yapmadıklarını bırakmazlardı. 1874 yılında Isparta yöresinde, bir kıtlık olmuştu. Isparta'nın "aşarını" alan "Kostak" adındaki Rum'un ambarları buğday, arpa dolu idi. Rum'dan halkın yiyeceği arpayı, buğdayı bire yüz fazlasına altın ödedik de öyle alabildik. 1889 yılında üç arkadaş Konya'dan geliyorduk. Akşehir'in İshaklı Köyüne gelince, biraz dinlenmek için oturduk. O köyde şu olaya tanık olduk... Bir kaç Çerkez jandarma ile Ermeni devlete ait bir geliri götürü olarak üstüne alıp toplamakla görevli (mültezim), yazıyı köylülere savurduktan sonra, devletin onda birlik payını, toplama görevlisinin kasabadaki ambarına götürmelerini tembihledikten sonra, atlarına bindiler ve gittiler. Önceden, köylülerin eline götürecekleri sayıyı bildiren birer kâğıt vermişler. Köylülerin ellerindeki kâğıtları okuduk; donduk kaldık. Köylülerden, ürettiklerinden daha çok aşar vergisi isteniyordu. Hepsi başımıza toplandılar: - Biz şimdi ne yapalım? - Nasıl hareket edelim? - Ürettiğimizden çok vergi isteniyor.. dediler. Onlara yol gösterdik, yüreklendirdik: - Siz ürettiğinizin onda birini vermekle yükümlüsünüz. Ermeni vergi toplayıcı adaletli hareket etmemiş. Köyünüzün muhtarı, köy kurulunu toplasın, gözlerinin önünde ürettiklerinizi teker teker ölçün; onda birini vergi toplayıcı Ermeni'ye ayırın, götürün verin. Böyle yaptığınızı da belgeleyin, Konya'ya şikâyet edin... dedik. Köylüler boyun büktüler: - Bu dediklerinizi yapamayız efendim, dediler. - Niçin yapamazsınız? diye sorduk. Bize şu karşılığı verdiler : - Geçen yıl, başımıza yine aynı şey geldi. Dediğiniz gibi yaptık, bir şikâyette bulunduk. Meğer bizim vergi toplayıcı (mültezim) şikâyet ettiğimiz makamın sahibi Paşa ile ortakmış. Topladığını, ikisi aralarında bölüşüyorlarmış. Hepimizi mahkemeye verdi, sürüm sürüm süründürdü: Biz de bu durumu, gördüklerimizi, Konya Valisi'ne aynen anlatan bir yazı yazdık. Köylünün birinin eline verdik : - Bunu Valiye ver.. dedik. Sonrasının ne olduğunu da bir daha öğrenemedik.. 

RUMLAR; PROTESTAN PAPAZI'NIN ISPARTA'DAN KOVULMASINI İSTEDİLER !. 

1892 yılında Isparta'ya bir Proteston papazı gelmişti. Isparta Rumları harekete geçtiler. Papazın hemen şehirden kovulmasını istediler. İlin yöneticisi Zihni Paşa da bir olay çıkmasından korkarak papazı inandırdı; Burdur'a gitmesine razı etti. Hemen Burdur Rumlarını da kışkırttılar, papazı Burdur'a da sokmamalarını istediler. Burdur Rumları adamın üstüne insan pisliği atarak, evini taşlayarak rahat vermediler; kaçıp gitmesi için ne gerekse yaptılar. Sonunda başardılar da. Bu olay İstanbul'da Amerikan elçisinin tepkisine neden oldu. Papaza Padişahın izni ile 500 altın ödendi de olay böylece kapanmış oldu. 

HALKIN HİÇ GÜVENLİĞİ YOKTU; HIRSIZLAR, EŞKIYALAR, SOYGUNCULAR VE ASKER KAÇAKLARI, KOL GEZİYORLARDI 

Hiç güvenlik yoktu. Bir yerden bir yere, bir köyden bir köye silahsız, koruyucu jandarmasız gidilip gelinmezdi. Yollar, dağlar.. hırsız, eşkıya, soyguncu ve asker kaçağı ile doluydu. O yıllarda askerlik işleri bir kanayan yara gibi idi. Bir türlü iyileştirilemiyordu. Isparta'da asker kaçakların yakalamaya Çerkez Rüştü Bey görevlendirilmişti. Rüştü Bey, rüşvet verenleri salıyor, vermeyenleri yakalıyordu. Ordu'nun gereksinmesi için yapılan alım - satım işleri yolsuzluk yuvası haline gelmişti. Sadece askersel yiyecek, giyecek, araç, gereç, silâh.. taşıması gerekli vagonların üzerine "Askerî Eşyadır" yazılıyor; içinde tümden ticarî eşya taşınıyordu. O zamanlar Isparta'ya gelen Enver Paşaya bu yolsuzlukları bir bir anlattık: - Evet, ben de biliyorum! Ama ne yapalım? Bu adamlara şimdilik ihtiyacımız var.. Savaş bitsin, hepsini cezalandıracağız. dedi. Isparta'dan her gün pek çok şikâyet telgrafları çekiliyordu. Ama hiç bir şeyin düzeldiği, iyileştiği de yoktu. Meğer durum şu imiş... Kumandan Çerkez Rüştü Bey, posta Müdürü Faik Bey'e ; - Buradan, halktan gelen hiç bir şikâyet telgrafını çekmeyeceksin. Çeker isen başına gelecekleri sonra sen düşün.. Demiş. Faik Bey dürüst, yurtsever bir kişi idi: halktan gelen şikayet telgraflarını bu kez kendi imzası ile çekmeye başlamış; bunu haber alan Jandarma Kumandanı Çerkez Rüştü, bazı adamları eşkıya kılığına sokmuş; posta Müdürü ile postahanedeki öbür arkadaşlarını 1917 yılının 11 Ağustosunda öldürttü. Bu öldürme olayına da "Eşkıya baskınına uğradılar, öyle öldürüldüler" süsü verdi. 

İLÇE KAYMAKAMI, KÖYLÜLERİN TAPULU TOPRAKLARINI ELLERİNDEN ALMIŞ; VERMEK İSTEMEYENLERİ, HAPSE ATTIRMIŞTI !. 

1891 yılında Isparta'da (İstinaf, bir mahkemenin verdiği kararı bozma yetkisine sahip) mahkemenin savcı vekilliğini yapıyordum. Yalvaç İlçesinin Hüyüklü köyünden 40 ile 50 tutuklunun bir dilekçesi geldi. Hepsi de bir ayla - üç yıl arasında ceza almışlar, hapse atılmışlardı. Dilekçelerini inceleyince, dondum, kaldım.. Yalvaç'ın Çerkez kaymakamı Hüyüklü Köyü'nün tüm topraklarını alıp, köye Çerkez göçmenlerini yerleştirip Hüyüklü'yü bir Çerkez köyü yapmak istemiş. Köylüler de karşı çıkmış, razı olmamış, tapulu topraklarını vermek istememişler. "Kaymakamın buyruğuna karşı geldiler" suçu ile her birine, birer aydan üç yıla kadar hapislik cezası vermişler, köylüleri de hemen tutuklamışlar.

 

HAMİTOĞULLARI DEVRİNDE ISPARTA

KURTULUŞ SAVAŞI DÖNEMİNDE ISPARTA